Yaşı 50 civarında olanlar hatırlayacaklardır. Sokaklarda kendi uydurdukları oyunları oynayan çocuklardık biz. Eve sadece acıkınca giden, okulda öğretmenlerden yediğimiz bir ton sopaya rağmen gıkımız çıkmayan, mahallenin büyüklerine dahi saygıda kusur etmeyen. Babanın eve geliş saatini kaçırınca eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyen, tek siyah bir önlüğü 2 yıl boyunca önce bol gelerek sonra kısalan boyu ve kollarıyla giyen, öyle sokakta top oynarken spor ayakkabısıyla değil de okula gittiğimiz tek ayakkabılarla top koşturan, okul kantini diye bir olay tanımadan beslenme çantasına konan peynirle ekmeği katık eden, küçük şeylerle mutlu olan mesela saat alınınca sevinçten deliye dönen, bayramda alınan ayakkabılarımızı yastığımız altına koyup uyuyan, komşu kadının hazırladığı salçalı ekmeği bonfile yercesine iştahla yiyen, bisikleti dahi olmayan, aldığı küçücük harçlıkları bisiklet kiralamak için kullanan, yemek yerken dahi tek kaptan ev ahalisiyle birlikte çorba kaşıklayan, bir plastik top bile olmadan gazete kağıtlarından top yapan, oynayacağı arabayı dahi telden kendi kıvırıp yapan.
Çocukluğumuz böyleydi. Okuyabilen okula gider, bir yerlere gelirdi. Okuyamayanlar ise kesinlikle çıraklığa gönderildi. O dönemin en popüler mesleği de kaporta boya ustalığıydı.
Bırakın şimdiki gibi bilgisayarlardan ders yapmayı, kütüphane, kütüphane dolaşıp ders yapmak zorunluydu. Herkesin evinde ansiklopedi bulunmazdı. Dolma kalem sahibi olmak ayrıcalıktı.
Sevgi vardı, saygı vardı. Hürmet vardı, ikram vardı. Kimsede kredi kartı olmadığı için insanlar birbirlerine borç para verir faiz hesabı yapmazdı. Senet, çek gibi şeyleri kimse bilmez, esnaf bir selam ile dükkanını komple verirdi. Bakkala borç yazdırılır bunun için de 2 ayrı defter kullanılırdı.
Ramazan ayında tüm lokantalar, kahveler yada çay ocakları sabah kapalı olurdu. Kimse uluorta yiyip içmezdi.
Komşuna çocuğunu emanet eder, bakkala evin anahtarını teslim eder, döndüğünde sağlam alabilirdin. Emanete hıyanet etmek kimsenin aklına gelmezdi.
Gençler henüz 15-16 yaşında okumuyorsa eğer, eli ekmek tutar, para kazanmaya başlardı. Şimdiki gibi evlendirilp, pazar parası halen babası tarafından karşılanmazdı.
Akıllı telefonlar çıktığında hepimiz şaşırmıştık. Kimimiz faydalanmış kimimiz ise hiç bir özelliğini kullanamadan sadece "alo diyebilmek" için tercih etmiştik. Anneler ise kurnazlığa kaçmış, ağlayan çocuğun eline telefonu yada tableti tutuşturarak "kadın programları" denizine dalmayı tercih etmişlerdi.
Geldiğimiz duruma bakarmısınız! Şimdilerde uzaktan eğitim için çocuklarımızı bıktırdığımız cihazların başına oturtmakta zorlanıyoruz. Teknolojiyi sadece oyun için kullanan gençlere ders dinletmek hakikaten zor olmalı.
Galiba çok çabuk çağ atladık. Japonların yaptığı gibi, geleneklerimize bağlı kalıp, çağdaşlık seviyesini bir türlü büyütemedik.
Hadi bakalım bu düğüm nasıl çözülecek?
Sağlıcakla kalın....